Ramazan Bayramı’nın adı “Şeker Bayramı”, Kurban Bayramı’nın adı “Kavurma Bayramı” olmamıştı daha… Kurbanın et yemek için değil “Allah Rızası” için kesildiği yıllardı…

Her ne kadar devlet, on günlük bayram tatilleri vermesede bayramın manevi havası haftalar öncesinden hissedilmeye başlardı o yıllarda. Bayramlara devlet eli değmemişti daha…

Önce hummalı bir Ramazan telaşı başlardı tüm insanlarda. Her türlü iftarlık hazırlığı günler öncesinden tamamlanırdı zevkle. Biz çocuklarda ayrı bir telaş olurdu Ramazana yönelik. Orucu üçlemenin hesabı yapılırdı ince ince… Üç oruç başında… Üç oruç ortasında ve üç oruçta sonunda.. Üçlemek denirdi buna. Ve tutulacak oruçların satışı için aile büyükleri ile pazarlıklar başlardı en safından… Çocukları oruç tutmaya alıştırmak için tuttukları oruçlar satın alınırdı genellikle büyükler tarafından…

Biz çocuklarda hep bir sahura kalkma kaygısı olurdu o yıllarda. Sahurda neler yendiğinin merakından… Tatlı bir meraktı bu… Kalkılır sahura.. her zamankinden farklı bir şeyler yenmediği görülür ve geri yatılırdı gizliden. Ama aynı kaygı her gece yaşanırdı tekrardan.

Elektriğin olmadığı yıllardı… Sahur gaz lambası ışığında mutfakta yanan sobanın etrafında yapılırdı genellikle. Soba soğuk olduğundan değil yemek pişirmek için yakılırdı daha çok…

Öğleden sonra iftar telaşı başlardı tüm evlerde ve tüm herkeste. Bu günün aksine hemen hemen herkes oruç tutardı. Bu günkü gibi kimse açıktan orucunu yemezdi “Allah’tan saklamadığımı sizden mi saklayacağım” pişkinliğiyle. Orucun gizliden yendiği yıllardı… Yani tutanda saygı gösterirdi oruca o yıllarda, yiyende…

İkindi sonu genellikle iftara yönelik hayaller kurulurdu daha çok… “Buz gibi bir su olsada içsek…” , “Şimdi sımsıcak bir……………….olsada yesek” türünden gelişirdi sohbetlerin içeriği.

İftara yakın komşu kapıları çalınırdı elleri tabaklı çocuklar tarafından. Evden eve üstü kapalı tabaklar gidip gelirdi sıklıkla. Evde pişenler komşulara gönderilirdi tadımlık… Bu sebeple sofralarda çeşit bol olurdu genellikle.

Ezan minareye çıkan imamların çıplak sesinden dinlenirdi bu günün aksine. Önce top atılırdı… Birkaç dakika sonrada ezan… Ezanı duymadan kimse orucunu bozmazdı vakit dolmadı diye… Ezanı dinlemek evin en küçük çocuğunun göreviydi genelde…

Sonra müthiş bir bayramlık heyecanı başlardı çocuklarda günler öncesi. İlçedeki giyecek satan birkaç dükkan heyecanla gezilir, tepeden tırnağa giyinirdi çocuklar. Giyecek çantaları (poşet yoktu o yıllarda) sımsıkı tutulurdu eve dönüşte. Bayramlıklarla yatağa girildiği olurdu çocuklar tarafından. Yeni kıyafetlerin bayramdan bayrama alındığı yıllardı…

Arefe-Şerefe günleri bayram öncesi en vageçilmez günlerdi. Her evde mutlaka bir çörek telaşı yaşanırdı bu günlerde. Leğenlerce hamur yoğrulurdu gün öncesi. Ve kalkılırdı sabahı.

Birde kına telaşı olurdu çocuklarda o yıllarda. Telaş ki, ne telaş! Sanki eline kına yakılmayan çocukların bayramı bayram olmuyordu. Eller özenle kınalanır, sarılır ve yatılırdı erkenden. Ama bir türlü uyku tutmazdı heyecandan. Meraktan…Kınanın ele nasıl çıkacağı heyecanıydı bu… Gece uyanılıp kontrol edilirdi genellikle. Sabah erkenden kalkılır ve yıkanırdı sonra eller merakla…

Bayram sabahı büyüklerin namazdan dönüşü beklenirdi hep birlikte…Kahvaltının ardından “Bayramlaşma” başlardı her evde. Eller öpülür harçlıklar alınırdı köyün köhne bakkalında harcanmak üzere….

Eğer Kurban Bayramı’ysa kurbanlar kesilirdi Tekbirler eşliğinde. Yüzülür, parçalanır, paylar hazırlanırdı sonra. Ve hazırlanan paylar kurban kesmeyenlere götürülürdü en samimi duygularla.

Derin dondurucunun, buzdolabının olmadığı yıllardı… Etler yenir, yedirilir kalan etler “çemen” , “kavurma” ve “sucuk” yapılırdı daha sonra yenmek üzere. Kurban derilerinin vazgeçilmez sahibi Türk Hava Kurumuydu her zaman. Günler öncesinden uçaklardan bildiriler atılırdı deriler için…

Dedik ya başta: Ramazanlar “şeker” , kurbanlar “kavurma” bayramı olmamıştı daha. Ne şekerin ne de kurbanın karaborsası vardı o yıllarda.

Bayramlar bayram gibi,

İnsanlar insan gibiydi

Kısaca….