İstanbul’da yaşayan bayan öğretmen anlatmıştı.

“Bir ara mahallenin birinde bir sokakta oturdum.

Sokak çok dar olduğu için herkes içeride ne konuşursa dışarıda duyuluyordu.

Bir kaç aksi komşu yüzünden sokakta kavgasız gün geçmezdi.

Polis artık her gün düzenli sokağa uğrardı ya da yakın bir yerde bulunurdu.

Bilirdi ki, zaten çağrılacaktı.

Günün birinde mahalleye bir kadın geldi.

Fakir olduğu için iki odalı bir yeri kiralayıp yaşamaya başladı.

Geldiğinde kimse pek umursamadı.

Zaten kiraladığı evde, gelen kiracılar birkaç ay sonra kaçıyordu.

Ev sahibi huysuz bir adamdı.

Kadın önce işe selam vermekle başladı.

Kimsenin birbirine selam vermediği sokakta ısrarla selam vermeyi öğretti.

Fazla değil bir hafta içinde sokakta kim varsa hemen herkesle tanıştı.

Sonra akşam yaptığı pastaları kapı kapı dağıttı.

Herkesin kalbini tebessüm ederek, gönül alarak fethetti.

Sonrasında kapı önünde ikinci çayları faslı başladı.

Sokağın bütün kadınları kadının tereyağıyla yapılmış, sıcacık enfes poğaçasını yemek için doluştular.

Yavaş yavaş küsler barıştı.

Sokağa bir canlılık geldi.

Mahallede altın günü yaptı, herkesi birbirine gitmeye mecbur kaldı.

Derken, üç ay sonra sokakta değil kavga, çıt çıkmadı.

Sokağa sanki sihirli bir el değmişti.

Herkes birbirine selam veriyor, nazik davranıyor, akşam yemekleri dağıtılıyordu.

Bir gün polis aracı sokağa geldi.

Polis memurlardan biri arabadan indi, ikindi, çayının zengin menüsüne yaklaştı.

Meryem Hanım kim?” diye sordu.

Meryem sokağa barış getiren kadının adıydı.

Hepimiz Meryem Hanımı götürecekler diye korktuk.

“Burada yok” dedik ama Meryem Hanım ayağa kalktı, polis memuruna tebessüm etti:

”Buyurun memur bey, Meryem benim!” deyince polis memuru gayet saygılı bir şekilde bir paket uzattı:

“Başkomserim adınızı duymuş, bu sokakta neler
yaptığınız biliyoruz.

Kabul ederseniz bir kilo baklavayı size vermemizi söyledi.” dedi, araca bindi uzaklaştı.”