Mustafa henüz daha beş yaşındaydı. Sokakta üç tekerli bisikleti ile bir oyana bir bu yana arkadaşları ile her gün saatlerce durmadan usanmadan pedal çeviriyordu. Ama artık boyu uzamaya başladığından bisikleti ona küçük geliyordu. Pedal çevirirken dizlerini karnına kadar çekmek zorunda kalıyordu. Bu durumu babasına bir kaç kez söylemesine karşın babasından pek de olumlu bir yanıt aldığı söylenemez. Mustafa’nın ayakkabı tamircisi olan babasının durumu, o günlerde ona yeni bir bisiklet alacak kadar iyi değildi, ama oğlunun bu isteğini artık geri çevirmekte istemiyordu. Küçük oğlunun sünnet olma zamanı gelmiş geçiyordu. Biraz parasızlık, birazda ihmallik yüzünden bu işi de bu zamana kadar ertelemişti. Ama artık ikisinin de vakti geldi diye düşündü. Hem bu sayede yakın akrabalarından gelecek para ve bir kaç altın ile hem sünnet masrafını, hem de bisiklet parasını çıkarmış olacaktı. O akşam işten eve döndüğünde “Oğlum sana bir sürprizim var” dedi. Küçük Mustafa heyecanlanmıştı, gözleri sevinçten parladı hemen koşarak ayakta duran babasının eski sedire oturmasına fırsat vermeden dizlerine sarıldı. Babası da onun önce başını okşadı, ardından kucağına alarak dizlerine oturttu. “Sana bisiklet alacağım, ama yalnız bir şartım var. Önce sünnet olacaksın, daha sonrada sana o çok istediğin iki tekerlekli, önünde sepeti olan mavi bisikleti alacağım.” Küçük çocuk bisikletinin alınacağını duyduğuna sevinmişti, ama babasının ona şart koşması pek de hoşuna gitmemişti doğrusu. Üstelik bu şart kulağa hiç hoş gelmiyordu. Canı acıyacak, ağlayacaktı. Ama arkadaşlarının bir çoğunun sünnet olduğunu ve onunda olması gerektiğinin bilincindeydi artık. Bunun nasıl bir şey olduğunu en yakın arkadaşı Osman‘dan daha önce işitmişti. Arkadaşı ona kendi sünnetini anlatmış, biraz acıdığını, ardından ağladığını ama sonra bende babam gibi erkek adam oldum deyip nasılda gururla kasıldığını anımsadı. Bu onu biraz olsun rahatlatsa da bu sözlerin ardında saklı korkunun da farkındaydı. Ama bu işin gururlu bir yanı da vardı elbet, oda erkekliğe adım atacaktı, tıpkı arkadaşı Osman ve diğerleri gibi. Hemen kendini telkin etti. Hem ne var canım, birazcık canım acıyacak o kadar. Ama sonunda artık benimde iki tekerlekli bisikletim olacak. Mahallede bütün arkadaşlarımın var ama ben hala üç tekerlekli bisikletime binmek zorundayım. Üstelik artık beni zar zor taşıyor ve çok yoruyor. Üstelik hiç de hızlı gitmiyor. Arkadaşlarımla yarış yaparken hep en arkada kalıyorum. Onlara asla yetişemiyorum. Ama yeni bisikletimle bunların hiç bir olmayacak diye söylendi. Heyecanla babasının yanına koşarak ne zaman sünnet olacağını, bir an önce yeni bisikletine kavuşmak istediğini söyledi. Babası ise annesine, eş dost akrabaya haber vermesini, bir hafta sonra Mustafa’nın sünnet merasimi için evlerine davet etmesini söyledi. Bu arada küçük çocuk ve annesi birlikte pazara çıkmışlar, odası için bir kaç süs eşyası ve konuklara ikram etmeleri için pasta ve içecek almışlardı. Bir akşam babası işten eve döndükten sonra Mustafa’nın odasını da süslediler. Artık her şey hazırdı. Ve beklenen gün geldi çattı. Daha önceden çağrılan eş dost, yakın akraba ve bir kaç konu komşu herkes hazırdı. Mustafa hem korku, hem heyecan içinde sandalyeye oturdu. Sünnetçiye bakmak istemiyordu. Bu yüzden başını yukarı kaldırdı, gözlerini tavanda asılı halde duran avizeyi dikip izlemeye koyuldu. İki yakın akrabası küçük çocuğun kollarından sıkıca tutuyor, kaçmasını ve hareket etmesini engellemeye çalıyorlardı. Nihayet sünnetçi işine koyulmuş, küçük çocuk dişlerini sıkmaya ve acı ile bağırmaya başlamıştı. Bunun ne kadar sürdüğünü bilemiyordu fakat her şeyin sona erdiğini dışardan arkadaşlarının bir tempo ile söyledikleri “Yumurtanın sarısı gitti Mustafa’nın yarısı “ sözlerini kulaklarında işittiğinde, her şeyin yolunda olduğunu anladı. Artık erkekliğe ilk adımı atmıştı. Üstelik bu bisikletine kavuşmasının bileti sayılırdı. Bisiklet hayali ile yatakta geçen bir kaç günün ardından nihayet ayağa kalktı. Tabi ilk işi babası ile birlikte pazara gidip o çok sevdiği mavi bisikleti almaktı. Uzunca bir bekleyiş ve bedel olarak ödediği şey biraz canını acıtsa da nihayet bisikletine kavuşmuştu. Mustafa’nın babası bisikleti biraz büyük almıştı. Ona ilerde yeni bir bisiklet alamayacağı için uzunca bir süre bunu kullanmasını istiyordu. Fakat küçük çocuk yeni bisikletine binmekte bir hayli güçlük çekiyordu. Boyu pedallara yetişemiyor, bisikletinin üzerinden ayakları yere zar zor değiyordu. Üstelik daha önce hiç iki tekerlekli bir bisiklette sürmemişti. Biraz korkuyordu ama bu büyük bisiklet onun korkusunu ikiye katlıyordu. Bu yüzden babasına sürmeyi öğrenene ve yeni bisikletine alışana kadar tekerleklerin yanına iki küçük tekerlek taktırmasını istedi. Bu sayede hem bisikletinin üzerinden düşmeden duracak, hem de kendini daha güvende hissedecekti. Ama babası bunu yapmadı. Bir gün bisikleti sokağa çıkarıp Mustafa’yı üzerine bindirdi. Arkasından tutan babası ve buna güvenen küçük çocuk pedal çeviriyor, bisikletini sürdüğünü görmek onu mutlu ediyordu. Fakat arkasında onu tutan eli çoktan unutmuştu bile. Bir kaç denemeden sonra babası elini çekti. Küçük çocuk bir kaç metre gitti, ardında babasının olmadığını anladığı an panikleyerek bir kaç metre daha ilerledikten sonra duvara çarparak ancak durabildi. Yere düşmüştü. Kolu soyulmuş, diz kapaklarından aşağı kanlar süzülüyordu. Gözlerinde yaşlar, etrafta ona bakan mahcup bakışlar arasında bir hışımla babasının yanına koşarak yumruklarını babasının dizlerine savurmaya başladı. Hem ağlıyor, hem de babasını yumrukluyordu. Bu acının öfkesini babasından çıkarmak istiyordu. “Bak işte. Senin yüzünden oldu. Sana o kadar dedim arkasına teker takalım diye, bak işte düştüm. Hem dizim kanıyor, hem kollarım acıyor.” Küçük çocuk hem ağlıyor, hem gözyaşları içinde hıçkıra hıçkıra babası ile konuşmaya çalışıyordu. Küçük bir çocuğun masum haykırışlarıydı bunlar. “Hepsi senin yüzünden oldu. Neden beni bıraktın ki, neden beni tutmadın, sana güvenip binmiştim oysa ben. Ama sen beni bıraktın. Senin yüzünden düştüm işte.” babası ağlayan küçük oğlunun yanında diz çöktü, gözlerindeki yaşları sildi. “Bak oğlum! O bisiklete binmeyi öğrenmek istiyorsan düşmeyi de, bir yerlerinin acımasını, hatta kanamasını da göze almalısın. Hayatta bir şeyler öğrenmek istiyorsan, bazen bunu kendin yapmalısın. Her zaman ardında seni tutan destek olan birileri olmaya bilir. Başkalarına güvenerek yaptığın şeyler seni yarı yolda bırakabilir. Ve bu hayatta bir şeyler başarmak istiyorsan bunun bedelini de ödemelisin. Evet, belki bir yerlerin acıyacak, kanayacak. Ama başardığını gördüğünde ve bunu kimseye ihtiyaç duymadan yaptığında artık hiç bir şey senin canını acıtamayacak. Başkalarının elinin olduğu başarı, onların elini çektiği yere kadardır. Sen kendi ayaklarının üzerinde başkalarına ihtiyaç duymadan durmayı öğren ki, başarı hep seninle kalsın. Bak oğlum hayatta tıpkı bisiklete binmek gibidir. Bir hevesle binersin ama öğrenene kadar hep düşer kalkarsın, bir yerlerin durmadan acır, hatta bazen kanar. Ağlarsın. Ama sonra anlarsın ki yol almak istiyorsan kimseye ihtiyaç duymadan kendi başına pedal çevirmen gerektiğini, düşmemek için dikkat etmen gerektiğini, olur ya düşersen eğer kimseden bir şey beklememen gerektiğini anlarsın. Kendi yaralarını kendin sarmalısın, gözyaşlarını kendin silmelisin ve hayat yolunda yalnızca mutluluk için pedal çevirmelisin.”