Bundan yıllar, yıllar önceydi. Ne duble yollar vardı daha, ne de bu yollarda gidecek araçlar… Telefon yaygınlaşmamış, televizyon tek kanallı, gazeteye nadiren rastlanılan yıllar… Hiç Türk dizisi çekilmemiş Brezilya’nın pembe dizilerinin bile haftada bir izlenebildiği yıllar…

Ulaşım oldukça zor. İlçede bile en fazla bir tane eski bir kamyon var. Hani yük hayvanlarının yaygın olarak kullanıldığı yıllar… Atı olanlar şanslı kişiler arasında o yıllarda. Yani çocuk olduğum yıllar.

O yıllarda evden bir kaç gün ayrılmak bile gurbet… En yakın mesafeler bile günlük yol uzaklığında. İmkanlar kısıtlı ama dostluklar, arkadaşlıklar oldukça güçlü o yıllarda. İşin ilginci gurbete gidenlerin de oldukça az olduğu yıllar. Günler gurbet, kilometreler hasret mesafesinde.

O yıllarda gurbete özellikle bahar aylarında Çukura’ya(Çukurova) gidilirdi en fazla. En uzak ile günübirlik seyahatler yapılabilmesine yıllar vardı daha. Çukura’ya gidenler özellikle mercimek biçme işinde çalışırlardı da çok. Günler öncesinden hazırlıklar yapılırdı bu yolculuk için. Tırpanlar özenle çıkarılır saklandıkları yerlerden ve çekiçle örs arasında saatlerce dövülerek dişenirdi. Sonra dişenen tırpanlar saatlerce masatlanırdı. Masatlanan tırpanlar bir bezle sarıldıktan sonra tırpan sapına bağlanırdı sıkıca.

İş aletlerinin hazır hale gelmesi işin büyük bir bölümünün bitmesi demekti. Azıklarda hazırlanınca yola çıkmaya hazırdır gurbetçiler. Tırpanı, örsü sırtlayan gurbetçiler uğurlanırdı sonra kalabalık akrabalar tarafından. Askerliğini yapmamış gençler ancak desteci olarak katılabilirdi tırpancıların arasına. Genelde askerlik yaşına kadar gençlerde gurbete gitmek yaygın değildi o yıllarda. Gençler en fazla askere giderken çıkardı gurbete zorunlu olarak. Nadiren de tek tük yatılı okul kazanan kişilerin gittiği görülürdü gurbete. Bu durumada çok az rastlanırdı o yıllarda. Ha… Unutmadan birde ormandan hazırlanan ağaçlar götürülürdü gurbete kağnılarla. Gidiş-dönüş haftalarca sürerdi bu yolculukta. Yolculuk sırasında konaklanan yerlerde sıkı dostluklar kurulurdu.

Gidenlerden dönünceye kadar haber almak mümkün değildi daha. Hani telefonu bırakın telgrafın bile lüks olduğu yıllardı o yıllar.

Almanya’ya gitmenin yaygın olduğu yıllardı. Hani Alamancı denirdi onlara. Yakınları arasında Alamancı olanlar şanslı sayılırdı. Hele birde uzun yıllar aradan sonra dönmüşlerse tatil için yurda… Tüm tanıyanlar toplanırdı geldiği eve. Hele çevredeki çocukların garip garip kıyıdan köşeden bakmaları yok mu?.. Tabi Alamancılar getirdikleri teknolojik araçları ağızları kulaklarına vararak anlatmazlar mı. Diyecek yoktu çevredekilerin meraklarına.

Gurbete gidenlerin yakınları, yavukluları gurbet türküleri dinlerlerdi çevrelerinde buldukları teyplerde. İlkel şartlarda kaydedilmiş doksanlık kasetlerde bulabildikleri sanatçıların ekolu sesleriyle hasret gidermeye çalışılırdı. Trt vardı bir tek, onda da her şey tek tip… Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği Koroları olurdu en fazla müzik adına. Arabesk müziğin devlet kanal ve radyolarında yasak olduğu yıllardı… Zaten başka da televizyon ve radyo yoktu.

Gurbetten dönenler memlekette bulunmayan bir miktar ürünle dönerdi daha çok. Evinde hastası olanlar Çukura’dan dönenlerin yolunu bir başka heyecanla beklerlerdi o zamanlar. Getireceği portakallardan bir kaç tane hastalarına yedirmek umuduyla.

Eğer okuyorsanız bu yazıyı bu kadarda olmaz diyorsunuzdur büyük ihtimalle. Her ne kadar olmaz deseniz de hayat böyleydi o yıllarda.

Hasılı Kelam ; Gurbetler gurbet gibi, dostluklar dostluk gibiydi o yıllarda…