Soğuk bir kış günü, Göçmen kuşu ahşap bir ormancı kulübesine sığınmak istemişti.
Kulübenin önüne gelip de, kanatlarını çırpmasıyla içeride:
— Kim o?- diye bir ses gelince, korkarak:
—Affedersiniz. Göçmen kuşuyum. Yağmur dinene kadar sığınacak bir yer aramıştım da-
diye yanıt vermesine, başını dışarı uzatan Ak çaylak, şimşek çarpmış gibi birden
başı döner, düşmemek için, kapıya tutunur.
Zira önünde tir tir titreyen göçmen kuşu, yıllar önce sevip kaybettiği bir kuştu.
Onu karşısında görünce, yüreğini yeniden yerinden oynatmıştı. Ak çaylak ‘Evet, o’ dur.
Bu masum yüz ve derin bakışlar ondan başka kimsenin olamaz’ diye içinden geçire dursun, yağmurdan iyice ıslanmış olan, kanatlarını kaldıramayacak kadar da güçsüz gözüken göçmen kuşu ise, onun düşüncelerinden habersiz, titremeye devam ediyordu. Kendisini
tanımadığını ve korktuğunu fark eden Ak Çaylak:
— Merhaba. Kokmanıza gerek yok. Ben bu ülkenin kralıyım.
Yardımcılarımla ava çıkmıştık. Yağmur başlayınca, ben hemen buraya sığındım.
Onlarda vurdukları avları toplamaya kaldılar. Galiba yağmur iyice bastırınca yakınlarında sığınacak bir yer bulmuşlardır- der ve ardında kesik, kesik öksürerek:
— Sanırım buraların yabancısısınız. diye sorunca, göçmen kuşu:
— Evet, yabancıyım. Yabancı.
Ak çaylak:
— Affedersiniz. Bir an sizi yıllar önce sevdiğim birine benzettim. O kadar çok birbirinize benziyorsunuz ki-! Diye hüzünlenişine göçmen kuşu başını önüne eğerek:
— Birlerine benzetecek kadar hatırladığınıza göre, çoktandır görüşmemiş olmalısınız-
Ak Çaylak:
— Maalesef, birbirimizin izini kaybedeli yıllar oldu.
Keşke o kimse şu an siz olsaydınız. Zira daha fazla beklemeye tahammülüm kalmadı- diye dert yanmasına, göçmen kuşu, kanatlarının arasında büzülmüş olan başını hafifçe kaldırıp, ona doğru bakmasıyla, adeta içinden bir şeylerin koptuğunu hisseder. Çünkü o da onun tanımıştı.
Evet, yıllar önce çocukluk arkadaşı ve ilk göz ağrısıydı.
Onu canı gibi sevdiği halde, ayrılmış, biri bir diyara, diğeri bir diyara uçmuştu.
Ama daha önce hiç karşılaşmadıklarını söyleyerek, yeniden başını kanatlarının arasına gizlemesinine Ak Çaylak:
—Peki, nereden gelir, nereye gidersiniz böyle?
Göçmen kuşu:
— Nereden geldiğimi söylesem de oraları tanımazsınız. Nereye gideceğimi de henüz bilmiyorum- cevabını şaşkınlıkla dinleyen Ak Çaylak:
— Bakın buna üzüldüm işte. Yeriniz, yurdunuz yok mu ki, nereye gideceğinizi bilmiyorsunuz-?
Göçmen kuşu:
— Hayır, yok efendim. Gördüğünüz gibi bir göçmen kuşuyum.
Biz Göçmen kuşlarının yeri, yurdu belli olmaz.
Ak Çaylak:
— Peki, bir yerde bekleyeniniz, seveniniz de mi yok-?
Göçmen kuşu, acı, acı ona doğru kaçamak bir bakış atmasının ardında:
— Maalesef ne sevenim, ne de bekleyenim kaldı diye iç çekişine,
Ak Çaylak’ böylesi saf ve güzel bu göçmen kuşunun sevenin, bekleyenin ve onca zaman bir yer yurd sahibi olamayışına üzülmüş olmalı ki, sevgi dolu bir tonla:
— Ben de yalnızım. İsterseniz kalın gitmeyin-
Göçmen kuşu:
— Yalvarırım yalnızlığımın sukunetini bozmaya kalkışmayın.
Yalnızlık tek sadık dostumdur benim. Onun beni, benim de onu ne kadar sevdiğimi anlamam.
Yo. yo böyle bir şey sakın istemeyin benden. Biz ayrı iki yaratığız, ama ayrılmayan bir bedeniz. Dost bilip güvendiklerim, canım deyip sevdiklerim, bir, bir beni bırakıp gittiklerinde yalnızlık en çekilmez günlerimde dahi yanımdan ayrılmadı.
Hayır, hayır. Yeni bir arkadaş buldum diye, onu bırakmak haksızlık olur

Hem ben dağlarda, çöllerde, bataklıklarda, siz ise ovalarda, konaklarda, saraylarda yaşayan birisiniz yaşamınızı paylaştığınız birçok kimseler vardır- diye içli, içli anlatması karşısında Ak Çaylak:
— Evet, doğru tahmin ettiniz. Dışa dönük yaşamımı paylaştıklarım var.
Ama inanın iç dünyanda hep yalnızdım ve yalnızım da. Hem de çok yalnızım
Ruhlar yalnızlık çekerken, insanın bedenini birileriyle paylaşması bir beraberlik değildir.
Yalvarırım kalın gitmeyin. Sizi öylesine sevdim ki! Hatta içimde bir his hayatım boyunca en çok sizi sevdiğimi söylüyor ve artık bir yerden başak bir yere uçmanıza da izin vermiyor. Bakınız, sarayım buraya uzak değil. Benimle gelirseniz orada size özel bir yuva yapar, kalan ömrümü de size adarım.

Ama sarı renkleri pek sevmem. Sarı renkler bana sonbaharda olduğumu hatırlatıyor.
Saraya gitmeden, önce şu tüylerinizin rengini değiştirebilirseniz, beni mutlu edersiniz- diyen sözleri göçmen kuşunu derin bir şekilde yaralamışsa da:
— Af buyurun kralım. Ama bu garip göçmen kuşunu ne böylesi cazip sözleriniz, ne sayarınız, ne malınız ne de mülkünüz yolundan çevirebilir.
Onu yolundan alıkoyacak tek varlık gönül tahtınız olabilirdi.
Lakin görüyorum ki, o tahtın tapusunu başka birine vermişsiniz.

Hem biz göçmen kuşları doğayla iç içe yaşadığımız için, sizin ovalarda kınalı keklikleri gibi, tüylerimizin rengini değiştirip, süslenip, püslenip dolaşmayız. Konaklarda, saraylarda, sofralara oturup, yemesini, içmesini bile beceremeyiz.

Onun için ne kalmak, ne de göz boyamak için tüylerimin rengini değiştirmek niyetindeyim- cevabına, Ak Çaylak:
—Ama bir sarayda tahta oturmadan da yaşanır. Yalvarırım gitmeyin. Sizi görür görmez çarpıldım. Artık sizsiz yaşayamam-
Göçmen kuşu:
— Hayır, kralım, hayır. Seven bir kimsenin yeri köşklerin, sayarların tahtı değil, sadece gönül tahtıdır. Gönül tahtı.
Bununla birlikte, madem bugüne kadar bensiz yaşamışsınız, bundan sonra da gönül rahatlığı içinde yaşayacağınızdan eminim.

Ama düşünmeyin beni benim sizi düşündüğüm gibi. Beklemeyin beni benim beklediğim gibi.
Ve ağlamayın, benim ağladığım gibi. Ve bağlamaya çalışmayın yıllar once bağladığınız gibi,
Çünkü ne ben, sizin yıllar önceki sevdiğinizim, ne de siz benim daima kalbimde taşıdığım kimsesiniz, diyen sitem dolu sözleri, Ak Çaylağa onun da kendisini tanıdığını kanıtlamışsa da,
boğasında kenetlenen sözlerini söylemesine fırsat bırakmadan, yağmura, fırtınaya aldırış etmeden, gerisin geri uçup gitmişti.