Zamanın birinde, hikâye, öykü, masal, deyimler gibi şeyleri dinleyerek zaman geçirmeyi seven orta yaşlı bir kral varmış.
Bunun için her gün kendisine hikâye, masal, öyküler deyimler anlatacak kimseleri sarayına çağırtırmış.

Günlerden bir gün artık ülkede kendisine bu gibi şeyler anlatacak kimseleri bulamadıkları söylendiğin, zamanın nasıl geçireceğini bilemeyen kral, tellal çağırtarak, kendisine on yıl boyunca hikâye, masal, öykü, deyim vs. gibi şeyler anlatana servetinin yarınsı vereceğini ilan eder.

Bunun üzerine, on yıl içinde zengin olmak umuduyla, sayısız başvurular olur.
Lakin hiç biri de değil ki on yıl, on günden fazla anlatacak bir şey bulamazlar.

Bir gün olup bitenler, birkaç hayvanıyla, yaşlı bir dostu ve bir de erkek kardeşiyle, ayda yılda birkaç balıkçının dışında, kimsenin uğramadığı bir adada yaşayan Akil’ in kulağına gelir.

Her ne kadar şehrin Kalabalığından, gürültüsünden, kavgasından, kaçıp ıssız bir adaya yerleşmiş ise de, bir ülkeyi idare eden bir kralın değerli zamanını, birilerinden masal, öykü, hikâye gibi şeyler dinleyerek geçirmesine üzülen Akil, bu derde bir çara bulmak umuduyla yola koyulur.

Sarayın kapısına geldiğinde bir sürü kimseyle karşılaşınca, sırtındaki heybesini bir taşın üstüne kor ve yanına oturup bir süre içeri gitmek isteyenleri izler.
Saray görevlileri ise, çoğunu dinlemeden oradan uzaklaştırdıklarını gören akil
’bu kadar üstü başı düzgün olanları bile dinlemeden, kovduklarına göre, beni bu kılık kıyafetle yalarına bile yaklaştırmazlar’ diye düşünmeye koyulmuşsa da, bir yolunu bulup, kralla konuşmaktan da oradan ayrılmak niyetinden değildi.

İkindiye doğru sayarın önü sakinleşince, heybesini omuzlayıp kaypa yaklaşır.
Lakin düşündüğü gibi onun kılık kıyafetini gören koruyucular, vermiş olduğu selamı bile almadan derhal orayı terk etmesini emrederler.

Akil ise, onların emrini duymamış gibi, iyice yanlarına yaklaşarak:
— Duyduğuma göre masalcı aranıyormuş.
Yemin ederim ki, ne kralımızın serveti için, ne de masal anlatmak için gelmiş bulunmuyorum. Kralımıza öyle bir şey getirdim ki, bundan sonra kendisi halktan değil, halk ondan bir şeyler dinlemek için ayağına gelecek- diye yalvarmasına, nöbetçilerden birisi:
—Göster bakalım neymiş o değdin şey-? diye sorar.
O dönemleler cine, şeytana, tılsıma çok inanıldığını bilen Akil derhal akınlı kullanarak:
— Olmaz. Onu kralımızdan başka birine gösterirsem, tılsımı bozulur.
Yani tılsımlı bir şey o.
Ne olur, müsaade edin! Onu kendisine verip çıkayım- diye yalvarınca, koruyuculardan birisi gidip vezire haber vermesinin ardında:
— Bu görünümle şeytan diye zindana atılmayacağına inanıyorsan, haydi gir içeri- diye kahkaha atarak alay ederler.

Akil ezile büzüle, hizmetçilerin, koruyucuların arasından geçerek, gösteri salonuna geldiğinde, kralın başköşesinde veziriyle ve kimler olduğunu çıkarmadığı birkaç kişiyle oturmuş nargile çekmekteydi.

Sırtında heybe, ayağında yırtık bir pabuçla Akili gören kralın yüzü buruşur, ama bir kere gelsin demiş bulunduğu için, hemen geri çevirmenin doğru olmayacağını düşünür ve eliyle yaklaşmasını emreder.

Akil, kralı ve yanındakileri başıyla selamlamasının ardından:
Af burun kralım. Sarayınıza yakışacak bir kıyafetle gelmediğimi biliyorum- demesine kral yerinden doğrularak:
— Lafı uzatma. Herhalde kılığına kıyafetine bakmak için içeri alınmadın.
Neymiş getirdiğin o tılsımlı şey? Çabuk anlata çık dışarı- sözleri üzerine, akil
Yavaşça heybesinin ağzını açar, içinde birkaç kitap çıkarıp:
— Burun kralım işte bunları size getirdim. Bundan sonra duymak istediğiniz, masalları da, hikâyeleri de, öyküleri de, deyimleri de ve daha birçok başka şeyleri de bunların içinde bulacaksınız ve kendi kendinizi eğlendireceksiniz- diyerek kitapları yukarı kaldırmasına, kral hiddetlenerek:
— Ne onlarla mı eğlenmemi söylemek istiyorsun-?
Akil kralın hiddetine aldırış etmeden:
— Evet kralım. Aynen öyle demek istedim- diye karşılık vermesine,

Nargilesinden derin bir nefes çekerek:
– Hımm. Demek öyle! İyi ama benim okumam yazmam yok ki?
Kralın biraz sakinleştiğinin farkına varan Akil:
— Kralım emir buyururlarsa, en kısa zamanda kendilerine öğretirim.
Zira bir krala, halktan bir şey dinlemek için değil de,
Onlara bir şeyler öğretmek için ayağına çağırması yakışır-
Demesine, Kral başını kaşıyıp, yanındakilere bir göz atıp:
— Gerçekten bunlar ad çok şeyler var mı? İstediğim şeyleri okuyabilir miyim-?
Diye bir ilkokul talebe siz gibi sevinmesine akil:
— Tabi kralım. Tabi. İsterseniz hemen başlayalım- der ve krala okuma yazma öğretene kadar da sayarda kalır.
Adasına döndükten sonra sayardan iki haber alır.
Birisi, halkın kraldan bir şeyler dinlemek ve okuma yazma öğrenmek için her gün sayarın önünde biriktiği, ikincisi de kralın-
Çabuk gidin o akili bulun. Okumaya kitabım kalmadı. Bana kitap getirsin- olur.