ALİ İLSEVEN

SEDEF ÇİÇEĞİ

Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve bıkkın bakışlarını süzüyordu. Hakim yaşlı kadına sordu.

“Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?”

Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra, baş örtüsünü hafif araladı ve örttüğü ağzının bir kısmı gözükecek şekilde, kısılmış sesi ile konuşmaya başladı.

“Bu adam canıma yetti. elli yıldır bezdirdi hayattan…”

Sonra uzunca bir sessizlik oldu mahkeme salonunda… Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kimbilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış elli yılın
ardından şöyle oldu böyle oldu diye bırazda abartarak. Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı… Kadın neler diyecekti? Herkes onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu anlatmaya devam etti.

“Bizim bir sedef çiçeği vardı çok sevdiğim… O bilmez… Elli yıl önceydi… O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yapraktan tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavru bildim.
Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her sabah güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye… İyi gelirmiş öyle dediler.

Elli yıl oldu, bu adam bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Elli yıl boyunca onun uyandırmasına gerek kalmadan hep kendim kalkıp suladım sedefimi. Taa ki geçen geceye kadar..

O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım… Ben, böyle bir adamla elli yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim. Ondan hiç bir şey görmedim. Bir kerecik olsun, benim görevlerimden birisini yapmasını beklemedim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim”

Hakim yaşlı adama dönerek; “Diyeceğin bir şey var mı baba?” dedi.

Yaşlı adam elindeki bastonla kürsüye zar zor yürüdü. O ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi. Tane tane konuştu.

“Askerliğimi Reisicumhur köşkünde, bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkenli görünmesi için çiçeklere emek verdim. Hanımımı da orada tanıdım, Sedef çiçeklerini de… Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim.
İlk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu doktora götürdüm. Doktor çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi. Ama bizim hatun doktoru dinlemedi. Lafım geçmedi…

O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona “Bu sedef çiçeğini gece sulamak lazım, yoksa bozulur.” dedim. Adak dilettim… Her gece onu bir bahane bularak gürültü yaparak ona sezdirmeden uyandırdım ve onu seyrettim. Her gece o çiçek ben oldum sanki. Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez hakim bey…

Geçen gece de… Yaşlılık… Ben de uyanamadım. Uyandıramadım… Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi. Suçlandım… Sesimi çıkartmadım…”

O anda gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu…