Birisine âşık olmak, gönül vermek anlamında kullanılan bir deyim.

“Aba”, özellikle tekkelere mensup olan dervişlerin giydiği, kalın yün kumaştan, elbise üstüne giyilen bir çeşit üstlüktür.

XII. yüzyılda yayılmaya başlayan tasavvuf felsefesi, kısa sürede rağbet görmüş, bu felsefe etrafında çeşitli akımlar ortaya çıkmış ve zamanla her biri bir tarikatın gelişmesine yol açmıştır.

Aynı görüşe yönelen akımların odaklandığı eski tekkelerde klasik olarak bir cami veya mescidin yanı sıra, şadırvanlı bir iç avlu bulunurdu. Bu dört köşe avlunun etrafında dervişan hücreleri, büyük bir dershane, mutfak, kiler, ambar gibi bölümler olurdu.

Kış aylarında dershanenin ocağı harıl harıl yanarak içeriyi ısıtırdı. Böyle bir dergâhta bir gün, sırtları abalı dervişler, Şeyh efendinin dersine ve tasavvuf bahsinde anlattıklarına o kadar dalmışlar ve kendilerinden geçmişler ki, arkası ocağa dönük olan bir dervişin sırtındaki aba, ocaktan sıçrayan kıvılcımla için için yanmaya başlamış. Dervişlerin hepsi kulak kesilmiş, Şeyhin anlattıklarını dinlemekte olduklarından, abası yanan derviş bile kendi sırtından çıkan dumanı fark etmemiş. Pir aşkına, yar aşkına (Tanrı aşkına) içi yanan derviş, dünya ateşinin farkına varmamış.

Bu olay, dilimize, şimdilerde argo olarak kabul edilen bir deyimi kazandırmış.